31 Mart 2017 Cuma

KAR



dışarıda kar yağıyor ince ince
aklıma ilk sen geldin karı görünce
çıplak ayakların kırmızı burnun...
dışarıda kar yağıyor ince ince

şehirde sesler karışmıştı birbirine
kaza sesleri yükseldi saniye saniye
bir annenin feryadını duydum az önce
niye benim evladım?
ALLAH IM niye?

dışarıda kar yağıyor ince ince
sokaklar çamur içindeydi nedense
nasıl bir batak ki kar hep mağlup geldi
saniye ile yağdı saniye ile eridi

hiçbir yer değil beyaz
heryer ıslak her yer çamur
ayağım kaydı düştüm
tüm düşlerim kirlendi

dışarıda kar yağıyordu ince ince
aklıma ilk sen geldin karı görünce
gündüz vakti gökte yıldız aradım
delilik işte üzüldüm,
karla karışık ağladım göremeyince

yanımda olmalıydın şu anda
kaşlarını çatardın güleyim diye
dışarıda ince ince karyağıyor
ben karla karışık ağlıyorum

çıplak ayakların
ve kırmızı bırnun geliyor aklıma
kar yavaş yavaş tipiye dönüştü
bak şimdide aklıma sensizliğim düştü...

KALK

kalk yalvarıyorum kalk.
yakışmıyor böyle karanlık bir mabette matem tutmak
kalk güneş var dünyanın dört bir yanında
hiçbir tarafı karanlık kalmayacak kalk
yüreğim eski saflığına kavuşacak söz
bir daha hiçbir kire bulanmayacak kalk

ne olur kalk yalvarıyorum
yaz ayında kardelenler açıyor
onlara bu haksızlığı yapma kalk
sen yoksun diye kainat soğuk
Düzen yerle bir oluyor kalk

lokman hekim yalnızlık ilacını
eski bir mezarın taşına saklamış
tarih yeniden yazılıyor kalk
yalnız kalmayacak artık hiçbir mahlukat
yalvarırım kalk

bir ben yalnız kaldım şu alemde
herkes sevdiği ile el ele kalk
içim üşüyor hala kalkmıyor musun
yalvarırım kalk
ellerim toprağın ile nasır tuttu yıllardır
lehçem kör,izahım topal
beni bu genç yaşımda konuşamayanlardan etme kalk

saçlarım uzuyor örülmek için hala
onları darmadağınık bırakma kalk
yalvarırım kalk
bir sabah uyanayım yanımda sen
kendin için değilse de benim için kalk

KABRİ RÜYAM



Kördüm gözlerim gördü
Sağırdım kulağım duydu
Lal idim dilim çözüldü
Sakattım dikildim
Ölüydüm dirildim

Aklımı yolum
Gönlümü durağım bildim
Kimin kalbini kırdıysam
Buldum özür diledim

Üç ağaç aldım
Üç göle diktim
Kök verdi hepsi
Meyvelerini yedim

Rüzgara kalkan oldum
Yağmura avuç açtım
Ağaç diktiğim göle
Bin altın saçtım

Beyaz bir elbise ile toprağa daldım
Elim bağlı kolum bağlı
İki melek durdu sollu sağlı
Çıktım divana dilim bağlı

Elim çözüldü dile geldi
Gözüm çözüldü dile geldi
Bir anam vardı ölmüştü
Bir baktım karşıma geçti
Hani bunun hakkı dendi
O an kalbim dile geldi

Mısır’a sultan oldun adam zannettik
Zorda olana kolay oldun Hızır zannettik
Anama sordum sen ne sandın diye

Dedi ufaktın oyun zannettim
Dedi uyuyorken ölüm zannettim
Dedi bana bir güldün ömrüm zannettim
Bana bir ana dedin ruhum zannettim
Şimdi karşıma geçince mahkum zannettim
Madem alacaklıyım hakkımı isterim

O an her şeyin sustu
İki melek daha durdu
Biri sağdı biri soldu
Kan ter içinde uyandım
Annem terimi siliyordu.

İSTANBUL SİTEMİ BOL



Bazen bir kadının ateş kırmızısz dudaklarıdır boğazdaki tan vakti...
yağmuru hasret,şimşeği nefret.Bir ebrudur İstanbul...
Bağrında nice şeyler barındırmıştır.
Bizim görmediğimizi gören,yaşamadığımızı yaşayan kaldırımları vardır.
Sokaklar kaç selde ıslansa da bunlar kalmıştır.
Bir yanda ışıktan mahrum evsizler barındırmış,
Bir yanında ışıktan kör olmuşları...
Bir yanda renge,zevke düşmüşleri,
Bir yanında saflığını koruyan köylüleri.
Bir yanda rock,caz pop,hippi;
Bir yanında türkünün en tatlı yeri...
Ayasofya'sı,Eyüp'ü,beyazıt'ı Çengelköy'ü.
Yazarın entrika yatağı,şairin sevgilisi.
İstanbul bir film şeridi gibidir.
50.yılları,100.yılları,500.yılları gerisinde bırakmıştır.
Ve bunları her defasında bize hatırlatmayı başarabilmiştir.
Her istanbullu hikayesi,
yüzdeki her çizgi,İstanbulun yaşını sevincini
derdini ve cesaretini gösteriyor.
Evet cesaret diyorum,çünkü İstanbul her geçen yıl yıpransa da hala ayakta duruyor.
500 yıllık zeminleri,kaç milyon insanın ayakları ile koklaşırken,
yeni doğan her günde,eskisi gibi,hala güçlüymüş gibi,bize gülümsüyor.
Hani,yaşam ile ölüm arasında,sevgi ve nefret arasında,
olmak ile olmamak arasındaki o ince çizgi var ya
İstanbul da,doğu ve batı arasında görülmez;
Bunun yanı sıra keskin bir çizgi çiziyor.
Kendi ülkesinde bir melez duygu tufanı,bir millet yumağı oluşturuyor.
Bazı nineler ve dedeler,eski İstanbul'u anlatır dururlar.
Gözleri dolu dolu,dillerinde ince bir fasıldolaşır durur.
Gençliklerinden gelen bir meltem rüzgarı yanaklarını dondurur,
herkes sapsarı olur.İşte o zaman sözler için kulak değil,
açığa çıkan o manzara için,bir çift göz daha istiyorum Yaradandan...
Yüzlerindeki ağır ve derin çizgilerde,İstanbul rüzgarlarını,

İstanbul yağmurlarını ve İstanbul kamçılarını görüyorum.
İstanbul'un gözüme görünmediği o feci manzarası...
Gözlerinde ise eski İstanbul'un yaz günlerinde
berrak denizlerde oluşan,güneşin Oynaşmalarını görüyorum,
buğulu buğulu dans ediyorlar gibi.
onlar anlattıkça mevlana neyl çalıyor,semazenler dönüyor.
Biz bir Yahya Kemal,birOrhan Veli olamamışken,
gül İstanbul'un her türlü güzelliğini baba malı gibi kullanmaktan usanmıyoruz.
İstanbul gözümüzün önünde mum gibi güneş gibi kaybolmaya yüz
tutmuşken,onun o haline bile zevk ile bakabiliyoruz.
İstanbul'un dili olsaydı,neler,neler haykırırdı;
nasıl patlardı? Sırf sıtratejik konumu uğruna,kaç
milletin ayağı ile hırpalandı,
kaç millet ona hayran kaldı,kaç göçebeye kol açtı?
Bazen onun bu kadar rağbet görmesi,
onu bazı kötü sahnelerde baş rollere çıkarttı.
Bizler tükenen bir güzelliğin gözü dolu tanıklarıyız aslında.
Ne güzellikleri yaşayabiliyoruz,ne de buna bir imkan bulabiliyoruz.
İstanbul'un tadını çıkaramazken,kimi an ondan kaçacak yer arıyoruz
ve en acısı da onu bu hale biz getiriyoruz.
Sokaklar insanlar durmadan sıkıştıkça,gürültü patırtı arttıkça,
kendi kalabalığımızdaölmeye yüz tuttuk.
İSTANBUL.... Sitemi bol şehir.Nazlı sevgili.
Paslı bilekler yürekler şehri.
Sende yaşayanların ne yüzleri ne sayısıbelli.
Belli olan sadece sana emanet izleri.
Duyulmayan feryadın ile görülmeyen güzelliklerin ile
kaybettiklerin ile yine yine yine de iyi ki varsın..

İSİMLENDİRİLMEMİŞ YAŞAMLAR



adı nedir yaşananların
hayır mı şer mi?
bizi hangi karamsar kuyuya
hapsetti hırsımız?
hangi iyimserlik ışığına bel bağladık?
bizi bu hale kimler neden getirdi?

bir serçeyi mi ağlattık bilmeden ve öldürdük?
ya da bir karıncanın rızkını mı talan ettik
parmak ucuyla?
hangi sinek katledilmiş olabilir ki
gözyaşımızla?

adı nedir yaşananların
utanç mı kıvanç mı?
can bulmuş bir sevgiye bilmeden
bir mezar mı açtık yüreğimizde?
bir çeşmenin ağzından
bir yetimin hakkını mı yudumladık cahilce?
bir ekmek kırıntısına mı bastık?

hangi masalı yanlış duyduk?
yada kim kandırmış olabilir onca çocuğu?
hayat öyle masum bilinirken tarafımızca
o çirkin gerçekler ile yüz yüze gelmemizden
kim faydalanabilir ki?
biz hangi devrin karanlık çocuklarıyız?

yüreğimiz
hangi karbondioksit zehirlenmesinde can verdi?
çığlık atamadan sessiz sedasız.
yüreğimiz henüz yokken ve biz bunları bilmiyorken
kaç masum yüreğin canını yaktık?
zehrimz kaç kişinin kanına leke vurdu?

adımız ne bizim söylesin biri?
iki ayaklı hayvan ya da insan müsvettesi
heyyy!
görmüyor muyuz?
can verdi biri.
ayaklarımız bir ara sokağı bulmanın dedektifi.

heyyy!
birinin gözyaşı sel etti her yeri.
görmüyor olamaz gözümüz ya da bu neyin kini?
ne zaman böyle metal gövdelerde
metafizik hayatların telaşına düşüp
varolduğumuz zamana yabancılaştık?
sana sesleniyorum içimin haylazı,canavarı.
sana ya da kaç kişiyseniz artık alayınıza
zamanım ve mekanım burası işte
gelin de alın özgürlüğümü
tabi sıkarsa...

İKİ KİŞİLİK TEKİL ŞAHIS



dur desem de faydası yok
o gidiyor
hakkıma düşen bu kadar demek ki
ruhum bedenimden koptu gidiyor

ne zaman başlamıştı
yaşam denen serüven
ve kimdi
beni bu serüvene kahraman eden
faydası yok artık bu soruların
ruhum bedenimden koptu gidiyor

salıncaklarda sallanmıştım,
çıkmıştım inmesi güç ağaçlara
uçurtma uçurmuştum gözümün aldığınca
artık hiçbir şey uçsun istemiyorken
ruhum bedenimden uçtu gidiyor

ben hayata iki kişil sevdalanmıştım
iki kişilikti tüm umutlarım
tekmişim aslında ben öyle sanmışım
tüm umutlarım gidiyor meğer o da benmiş
bir başkası sandığım ruhum gidiyor

İDRAK EDİN



Bu şehrin savaşı benle değil
Ama yarayı alan ben
Ganimetin varlığı değer bilmez ellerde
Ama talan edilen ben

Ben mi istedim küçük hayatlarını
Muhafaza etmek isteyen ruhların
Umut ettiklerine inat gökdelenler diken?

Yeşilin arasına betonu
Masmavi bulutta grinin milyon tonu
Gelmeyecek ki insanların doyumsuzluğunun sonu
Ama şakaklarına kırlaşmış pişmanlıklar emanet edilen ben.

Ben miyim sebebi aldatmaların
Sebepsiz açılmış kanatılmış yaraların
Biz değimliyiz muhatabı çizdiğimiz yolların
Ama bu yollarda yarı yolda bırakılan ben

Aşka bulut dediniz sevgiye istikrar
Siz de tüketmediniz mi bunları azar azar
Her tanıdığınıza açmak gerekmez mi yeni sayfalar
Ama adı karalanan sayfaları koparılan ben

Sustunuz isyanı hak saydığınız her günde
Korktunuz haklılığınıza engeller dikildiğinde
Çekildiniz savaşlarınızdan siperleriniz düştüğünde
Ama cephede tek parmağını tetikten çekmeyen ben

Bu şehrin savaşı benle değil anlayın bunu
Açmayın yaramı kopartmayın kabuğumu
Cesaretimi kendi korkaklığınıza kefil vermeyin
Tükettiğiniz duygularınıza katiller aramaktan vazgeçin
Dert biziz derman biz yeter artık idrak edin….

HÜZÜNLÜ BERAAT



Hüznün kelepçesi takıldı bileklerime
Kimse kulak asmadı dileklerime
Yele değdi ömrüm
sele takıldı gönlüm
yangınlara bastı ayaklarım
avuçlarımdan keder damladı bir kere
çalınmaz oldu kapılarım
tarifsiz kaldı tüm felaketler
yumuk yumuk doğan umutlarım un ufak oldu
acı en derin hali ile
ömrümün alt yazısından geçti
ve mutsuzluğum
tüm gazetelerin manşetinde...

bir felaket oldu sevgilerim
ve enkaz olarak bıraktı beni tüm sevdiklerim
kefil bile istemeden
kabul gördü tüm geçmişim

anadan doğma hüzünlüyüm artık
doğarken ağla,büyürken ağla,
düşerken ağla,kalkarken ağla,
ağla ağla nereye kadar
e be keder şu hüznümü
ya beraate,ya kefalete,ya müebbete bağla...

HOŞÇAKAL



yorgun bir ıslık gibi düşüyor dudaklarımdan hoşçakallar.
gitmek istemesek te gitmek gerekir bazen.
bir birimizin canını daha fazla yakmadan
usulunce bir hoşçakal en uygunudur.

hoşçakal
bana güneşli sabahlar bahşeden şehir.
sahipsiz göçebelerin ev sahibesi,
mavi gözlü,çatık kaşlı,avuçları nasırlı kadın.
yüreği yağmalanmış,nadasa bırakılmış bereketli toprak.

hoşçakal
gözyaşıma şahit nisan yağmurları,
yalancı şahitlerim.
hoşçakal sürgün yerim,
hem aşikarım hem mabedim.

hoşçakal elleri yün eğiren ninem,
hoşçakal kara elleri ile tütün saran dedem
hoşçakal duvağı açılmamış gelin
hoşçakal muradını alamamış güvey

hoşçakal yakamoza hasret deniz
rızkı kıt balıkçı,sökülmüş ağ
ağlayan yetim,
hoşçakalın.

güneş en turuncu tacını takıp
son selamını verirken aleme
bir trenin son ötüşünde
çıkınımda birikmiş tüm hoşçakallar armağan olsun size

30 Mart 2017 Perşembe

hoşça kalınız



sormadınız halbuki sormalıydınız
anlatabilmeliydim size içimdeki derin kuytulukları
ama sormadınız halbuki sormalıydınız
ne vardı az biraz merak etse idiniz suskunluğumun sebebini
işte o zaman susmazdı dilim
anlatırdım bıkmadan usanmadan
anlayıp anlamadığınızı sormadan
anlayamazsınız bu saatten sonra
idam edilmiş biri size masumiyetini ispat edemez
halbuki sormalıydınız
bazı şeyler vardır söz ile anlatılması imkansızlaşır
tebrikler beni el birliği ile anlamsızlaştırdınız
kendimi anlatabileceğim bir tek kelime
bırakmadınız halbuki bırakmalıydınız
unuttunuz belki insan olduğumu
inişlerimde çıkışlarımda
beni merdivensiz bıraktınız
her yerim kan revan içinde şimdi
sarmadınız halbuki sarmalıydınız
çok geç artık saramazsınız
kırıklarım kırgınlıklarım hep yanlış kaynadı
onaramazsınız halbuki onarmalıydınız
ne vardı o ZAMAN denen büyük lokmadan
hiç değilse kırıntılarından
biraz da bana ayırsaydınız
ama eminim çok geçtir
gerçekten artık çok geç
anlatmak isterdim ama anlayamazsınız
hoşça kalınız!




Melahat Kırtekin

hayatımın duvar rengi



Yankısı fazla izahı noksan
Hayallerim hayatın altında yerle yeksan
Elim semada dilimde şükür
Şükür RABBİM bu günüme şükür

Yaşım büyük içim küçük
Umudum baki,dileğim sahi,
düşlerim solmaya yüz tutmuş birer yapıncak
şahidim dilsiz hevesim korkak
sırtıma yamanmış kazınmıyor damgası
şükür RABBİM bu günüme şükür

sevdası noksan imtihanım ağır
öyle yandı ki içim feryadım çok muhatap sağır
korkma yüreğim korkma RABB ini çağır
şükür RABBİM bu günüme şükür

çaresi gizli,güzergah puslu
selası okutuldu faili meçhul
hayallerimi öldüremezsin elleri kanlı
benim sabrımda hep şükrüm saklı
şükür RABBİM bu günüme şükür

şimdi hayat duvarımda rengin bini bin para
her türlüsü makbulüm manzaramda yer yok siyaha
yüreğim beyazla düşlerim pembe ile haşir neşir
şükür rabbim bu günüme şükür




Melahat Kırtekin

hayat işte



Kan ter içinde uyanıyorum yalnızlığımdan.
alnımda gözlerime sığmayan gözyaşlarım.
saç dibinden tırnak ucuna ağlıyorum.

dudaklarım yemen sıcağı ile kavrulmuş.
avareyim bir veysel karani olmayı ümid ederken...
Gecenin bir yarıSı
yalnızlığımın miladını hatırlamaya çalışıyorum.
zihnim istemeye istemeye
geçmisin muhakemesine tutuşuyor.
yok.
hatırlayamıyorum.
ne acı demek öyle uzun zamandır yalnızım ki
bir tarih koyamıyorum.
efkar bastı.upuzun bir ahhh çekecek oluyorum
nefesim mani oluyor.
takatim yok yapmaya diyor.




Melahat Kırtekin

hayat demişler biz de hayat diyelim gitsin

şehrin sokakları kararmış.
biri duvar dibine çökmüş zil zurna sarhoş.
birinin elinde bir bağlama derdini haykırıyor
bir evde ninni sesi bir kadın bebeğini uyutuyor.
bir evde çığlığın bini bin para
gençce bir kız baba yeter artık vurma diyor.

küçük bir oğlan balon diye ağlıyor.
babada beş kuruş para yok 
o da yoksulluğuna ağlıyor.
arkada cümbüş sesi birileri evleniyor.
üç sokak ötede ağıt üstüne ağıt
evin direği son yolculuğuna uğurlanıyor.

bir yerde itfaiye sesi
yaşlı bir kadın unutmuş ocağı kapatmayı
ev cayır cayır
yollar boşaltılıyor.
16 sında iki genç elinde bıçak gaspa çıkmış
pusuda bir av için bekliyor.
oysa haberleri yok
hayat onları çoktan avlamış ta derisini yüzüyor....

iki hayat kadını bir direğin dibinde
günaha sokacakları bir çift adam bekliyor
zehir tacirleri var her sokağın başında
zehirleyecek bir kaç masum arıyor

iki aşık tek vücut olmuşlar bir ağacın altında
aşklarına şahit iki yıldız arıyor.
oysa bilmiyorlar ki
bu şehrin yıldızlarının gözüne mil çekildi
onlar yıllardır hiç bir şeye şahit olmuyor...

bir kimsesiz yanlızlığına ağlıyor
biri huzur evinde yaptığı matematik işleminde
elinde kalan koca sıfır a ağlıyor...
biri son nefesinde eksik kalanlarına ağlıyor.

bir özürlü eksiğine ağlıyor.
birileri korkusundan
birileri mutluluğundan
birileri huysuzluğundan
kimileri hırsından
kimileri saflığından
kimi pişmanlığından
AĞLIYOR....

hayatmış adı onca yazılan şeyin
aklıma geldikçe aklım şaşıyor....




Melahat Kırtekin

HACZE MÜSAİT SİZ YAŞAM



gece en kıvamlı siyahındayken 
kalemi kağıda akıttığımda 
bir hesap çıkarttım hayattan 
alacağım vereceğim var mı diye.
kalemimin karası kadar kara idi netice.
dibe kadar borçlanmışım hayata.
hacze müsaitsiz görülmüş yaşamım.
öyle şans eseri gelmişim bu güne.
azalmışım elbet 
noksanlığım ile utana sıkıla çıkmışım sokağa.
alnımda yazmıyor ya kimseler anlamamış yetersizliğimi.
kimse anlamamış ama ben 
ele güne karşı çırılçıplak göstermişim suretimi.
kah gülmüşler palyaçoymuşum gibi 
kah acımışlar berduşmuşum gibi.
ne kalmayı becerbilmişim ne de gitmeyi 
gecenin kasveti düşmüş kahvemin kıvamına 
dilim mayhoş aklım bir hoş 
gönlüm sarhoş olmuş bir fincanın etrafında 
gecenin ışığı ile kapanmış gözlerimin gerçeği 
üzerimde tiril tiril yalnızlığımın ferahlığı.
açın ışıkları yalvarırım sevmedim bu karanlığı...




Melahat Kırtekin

GİTMELER ÜSTÜNE



şimdi bir şilep geçecek pencerenin önünden
sen uykudan yeni uyanmış
gerinirken manzaraya
ben yeni bir düş başlatacağım,
yeni bir dünya
kimse mendil sallamıyor olsa da arkamdan,
sen ey umursamaz sevgili!
ey hain!
hep yanımdasın
tam yanıbaşımda....




Melahat Kırtekin

GİDİYORUM

susuyorum,gidiyorum.
özlemlerime çağrılarıma
taşralıların yüreği kadar sığdır yüreğim.
bir kalpte ikiden fazla yolcu taşıyamıyorum
bir düşte mutluluğun hayalinden başka
hepsine yabancıyım.
oysa buralarda düş kırıklıkları var
benimse hiç bir düşüm kırılmaya hazır değil
zaten kırılabilecek kadar fazla düşüm
hiç bir zaman olmadı
olmayacak ta...

benim yüreğim çok çok
başı dumanlı bir dağın derdi ile yanmıştır ortamsızlıktan
burada bilmem kaç acı var bir günde almıyor hafızam
burada iki kol üstündeki tüm başlar dumanlı
yetişemiyorum...
hüzün peyda oldu dört yanımda
ipini koparan hüzünlüyüm diyor
kuzum hüzün nedir kimse bilmiyor.
bilenlerin nesli tükeneli kaç hüzünsüz ömür geçti.

hüzün 63 yaşında
hayata gözlerini kapatan peygamberimiz gibi
yaşamını 63 yaşında tüketmedi diye
63 ten sonrasını kendine reva görmeyen
yerin altında yıllar geçiren ŞEYH GALİP ile
toprakta çürümeye mahkum edildi.
kimsecikler farkedemedi
bir duygu erozyonuna kapılıp gittiğimizi.
hüzünsüz kaldık o yıllardan sonra

yaşayamıyorum
bu kadar duygusuzluk nefesimi tüketiyor benim
hasret tükenmiş
özlemek tükenmiş
saflık tükenmiş...
bu kadar tükenmişliğe dayanmayacak kalbim
gidiyorum sessiz usul usul ve derin

sığ sularda gelgitsiz yaşamlara alışkınım
tatlı sulardan tuzlu sulara dayanmaz ki yaşamım
taş kalpli değilim taşralıyım
ihaneti,rekabeti kaldırmıyor yüreğim
kaldıramayacak ta...

keşke hala bir başı dumanlı dağın
efkarı ile efkarlanıyor olsaydım
efkarlandıklarımın da şekli değişti.
keşke düzelse diyorum düzelmiyor
düzelmeyecek te.

İstanbul' un bir gün doğmunu sırtıma alıp
gideceğim ufuklara dalıp dalıp
bir istanbula borçlu kalacağım.
gidiyorum susa susa gidiyorum
bunca yalandan sonra bağlandı dilim
çözemiyorum çözülmüyor
çözülmeyecek te




Melahat Kırtekin

GERİ VERİN BANA ANNEMLİ GÜNLERİ

geri verin bana ninnili akşamlarımı
sesi güzel değildi belki
name nedir bilmezdi
elleri de yumuşacık değildi
ama onun eli değmeyince
hiçbir düğüm çözülmezdi

göz kapaklarım arardı o çatal nefesi
o çatal nefes ki kulağıma değince
en ince kadifeydi
tüm gece tüm varlığı ile benimdi
sonra büyüyünce kızardım bazen
o kadar üstüme düşme derdim
beni o kadar arama sorma derdim
fikri ile fikrim çatışınca
kapıyı çarpar giderdim

anlarsın derdi
şimdi anlamazsanda anlarsın derdi
verilince eline bir avuç ateş
nefesine karışınca yavruna ait nefes
gör o zaman bırakırmısın ellerini
yedirmezsen doyduğuna inanırmısın
hasta ise diken olur yatağın

anlarsın derdi
anladım anladım ama
anladığımda çok geçti
geri verin bana
saçlarımı okşayan annemli
rüzgarlı akşam üstlerini

ger verin bana annemli günleri
annesiz gökyüzü hep gri hep sisli
oyuncaklarım keyifsiz şimdi
şiirlerim kafiyesiz
durdurak bilmiyor içimdeki isyanlar
belki hala evcilleşmeye ihtiyacım var.
belki yalanlarımın ufak bir el ile
yanımdan bertaraf edilmeye ihtiyacı var

geri verin bana limon kokan baharları
bahçemizde limon ağaçları vardı
her dört mevsimde bir
bahçemiz limon kokardı
sonra bir çift pamuk el onları narin narin toplardı

bereketli idi soframız
giden gelen çoktu
bir çift gözde yeri göğü anlardım
hayata sımsıkı sarılmayı anlardım
İstanbul'un kalabalığından uzak
bir papatya uzatırdı avuçlarıma,
herkesin dilindeydi zerafeti kadınlığı
sokaktayken duyardım beni çağırırdı
üst yokuştan alt yokuşa gökyüzü yaklaşırdı




Melahat Kırtekin

FİYONK



küçüklüğümde
kopçini gevşek fiyonklu potin ayakkabılarımı
hayat sanmıştım

hayatı öğrenince
ununtmamak için geçmişi
bütün ömrümce fiyonk bağladım




Melahat Kırtekin

FİRARİ YANGIN



Size yabancı geldi farkındayım
Bu sizin bildiğiniz hüzünlerden değil
Ne biri öldü,ne sevdiğimden ayrıldım
Ne de değerli bir şeyimi çaldırdım

Bu offlar bilinn makamdan değil
Ne bir yerim acıdı
Ne de birinden kazık yedim

Bu öyle bir sancı ki
Öyle büyük ki
Firari bir orman yangını yüreğimdeki iz
Büyüdükçe büyüyor ortam buldukça
Gölgeden korkmak gibi kötü bir his
Doğuyor yüreğime her uyuyuş her uyanışta.




Melahat Kırtekin

FESLEĞEN



çocukluğumda renkli balıklarla süslediğim akvaryum
dalgalı denizlerden yağmalanmış
deniz kabukları ile süslüdür şimdi.

ÖLÜ VE YALNIZ...

rüyalarım gri.
çelimsiz rüzgarlarda savruluyor
zamanın tozuna bulaşmış saçlarım

biri giriyor riyalarıma.
karanlık ve silik.
buğulu bir hüzün damlıyor gözlerinden.
canı yanmış belli
ağlıyoruz karşılıklı ve uyanıyorum.
duvarda gölgem kendimden ürküyorum.
duvar benden ürküyor

DUYUYORUM..
arka odada ki ayna korkumdan çatlıyor
bahçe kapısına bir kedicik musallat
ürkmüşken ve terlemişken sırılsıklam
ani bir acıma duygusu ile hatırlıyorum
insan olduğumu ve bir gölgeye sahip olduğumu

sahipsiz bir sokak arası olmalı muhakkak
çıplak ayaklarım ile yürüyebileceğim
ve asla yadırganmayacağım sahipsiz bir
İSTANBUL SOKAĞI...
unutulmuş...
unuttuklarım ve inadına hatırlamak istediklerim gibi
demli bir çay
herzamanki gibi ince belli bir bardak
en soğuk halini ısıtırken bedenimin
ruhum sıkı sıkı sarılmışken tanıdık ümitlere
yudum yudum geçmeli kursağımdan

VE BEN...
yine aynı sabaha günaydın demeliyim
menekşe ve fesleğen ile donattığım penceremin camından...




Melahat Kırtekin

ELİMDE AVUCUMDA OLANLAR



benim yalnızlığım sahici
öyle sonradan değil
yüzüme bakınca anlarsınız zaten
yitirdiklerini arayan bir çift göz yok bende
olmayınca kaybedecek bir şey de yok zaten
yaralarım benimdir hüsranlarım benim

bencilliğin alasıdır tekliğim
yüreğim zincire vurulamayacak kadar çelimsiz
zaptedilemeyecek asiliklerim yok zaten...




Melahat Kırtekin

EL EMEK



Hayat diye elime
Bir çuval un
bir elek verdiler
Ben eledim o elendi
Ben eledim o elendi
Bir kaç ufak tefek kaldı elek üstünde
Bekledim mükafatım ne olur diye
Kimse o unun
Bana biçilen günler olduğunu söylemedi
Ben eledim o elendi
Ben eledim o elendi
Avuçlarımın arasında tutmak isterken gençliğimi
Ellerimin arasından akıp geçti




Melahat Kırtekin

DÜŞÜRÜLMÜŞ DÜŞLER

yere düştü düşlerim
tozlu kaldırımların üstüne dökülmüş
hazan yapraklarına karıştı
uçuştular ordan oraya ufacık bir rüzgarda
layık olmayan ayakların altında
son buldular acı çekerek

yağmur yediler
sürüklendiler en olmadık birikintilere
amansız mekanlara zamansız yolculuklar yaptılar
yandılar en kavruk güneş ışığında
ve dondular ayrılığın ayazında

sözde kaldı düşlerim
kağıt üzerine dökülmüş basit krokiler olarak
bir güzel dosyalanıp rafa kaldırıldılar
yoktu onlara sihirli renkleri ile can verecek bir ressam
ve tılsımlı taşlar ile inşa edecek bir mimar.

bende ise cesaret yoktu
elimde olanı kaybetmenin korkusu ile kaybettim
saf ve toy düşlerimi.

bisikleti ve uçurtması elinden alınmış bir çocuk gibiyim şimdi
yani özgürlüğüm yok
olmadık yerlere olmadık ziyaretler yapabileceğim yelkenim yok

gözünüz aydın
gözümden yaş gelmesini bekleyen yaban dikenlerim
size karşı koyabilecek arsızlığım yok.
yere düştü düşlerim
gelecek denen şey için hiçbir fikrim yok




Melahat Kırtekin

DÖRT İŞLEM



Topluyorum,çıkartıyorum
Bölüyorum,çarpıyorum
Olmuyor ne yapsam eksikliğin dolmuyor.

Parçalanan kalbimi topluyorum
Sensiz geçen günlerimi çıkartıyorum
Kafamı duvarlara çarpıyorum
Ömrümü aylara,yıllara bölüyorum
Olmuyor ne yapsam eksikliğin dolmuyor.

Gökyüzünden yıldızları topluyorum,
Kalbimi bedenimden çıkartıyorum
Kendimi yollarda seni aramak ile parçalara bölüyorum
Dört işlem kar etmiyor
Olmuyor ne yapsam eksikliğin dolmuyor

Kalbimi kalbine çarpıyorum
Sen sapasağlam ben bölünüyorum
Kendimi senin hayatından çıkartıyorum
Ölen bedenime hayat versin diye
Güzel gözlerini ekliyorum,
Yine kar etmiyor canımı alışın eksikliğim çoğalsa da,
Olmuyor ne yapsam eksikliğin dolmuyor…




Melahat Kırtekin

DO RE Mİ



Olmuyor hiç bir ritim uymuyor bana.
hayat akışımın bir fon müziği bile yok
tik tak tik tak.
böyle böyle geçecek ömrüm.
pil bir anda bitecek.
zaman duracak.

ardımda kalanlar alışacak bu sessizliğe.
günde iki kez doğruyu gösterebilme yeteneğinden başka
hiçbir vasfı olmayan bozuk bir saatin
saltanatını sürüp duracağım soğuk bir duvarda.

Hiç bir mısrada olmayacağım.
hiçbir sözlükte olmayacak izahım.
ne acı... Silineceğim...
sol la si do.

Hep böyle oluyor zaten.
Ne vakit harekete geçecek olsam
'son' yazısı aniden geliyor.
herkes bir hızla söylüyor içindekileri
ben susyorum




Melahat Kırtekin

DEMOKRASİ MAĞDURESİ



Çok şey istememiştim aslında
Ne vardı biraz yaşamak ayrılsaydı benim de payıma
Bana mı düştü küçük yaşta
Plli oyuncaklar istemek
Yanımda dururken
Oyulmayı bekleyen tahta

Neyime gerek benim eğlence
Ben doğmak ile
en büyük kabahati işledim
ve vaciptir muhakkak katlim

siz dolaşın newyork ta almanya da
biz çekeriz b……….tan ne varsa
incinmesin ayaklarınız cam niyetine
ayağınıza batabilecek kemikli sokaklarda

çok şey mi istemiştim insan hakları
hani nerede benim yaşama hakkım
hadi geçtim artık şu bu hakkından
kalmadı zulümden kaçacak
bir çift bile ayağım

sormayın yaşımı bende unuttum
oynarken yaralanacak bir dizim de yok
ben akacak kanları şimdiden kuruttum
sormayın yaşımı
ben alt tarafı bir çocuğum




Melahat Kırtekin

DEDEKTİF

bazen yığınlarca yıldız düşer avuçlarımdan
ağlarım bağıra çağıra
gökyüzü yıldızsız kalır
karanlık olur dört yanım
her yanımı çarparım,
her yerim yara
her an kan kokarım.

bazen koca bir ay belirir belleğimde
içinde yalnız ben
geceye düşen tüm aydınlık ben
dünyanın peşine düşmüş o hafiye ben
yalnız ben düşeyim geceye,sokağa
herkesin gölgesinde az biraz benim payım
ben bencil değildim böyle
lakin bana yoldaş yanımı kaybetti
diğer yanım...

bazen bir fidan büyür içimde
bir gece vakti habersiz,sinsice
kovuğuma sığınır cümle mahlukat
peki ben kime sığınayım?
dilimde feryat
kökümden kopup ta savrulmak isterim

MELAHAT KIRTEKİN

ÇAYLAKÇA



rüzgarlı ve fırtınalı bir yanlışım var
yalnızım
biraz karamsar,biraz telaşlı,biraz da
korkağım
yol uzun ve meçhul ben acemi bir
çaylağım
tecrübeden bi haber hayat telaşı olmayan bir
ayyaşım

gün;
başıma güneşini vuruyor
bense;
firar etmek için fırsat kollayan bir
kaçağım
çek vur beni neye yarar varlığım
şu dünyaya yük olmuş koskocaman bir
fazlayım...

28 Mart 2017 Salı

canavarlar



şehri kan görmekle beslenen canavarlar sardı dostum
ağlayan annelere kahkaha ile karşılık veriyorlar
kaldırım araları salyalarına bulandı
gencecik bir kızın geleceği söndü duvar dibine
hayıflanmadılar imza attılar

pazarda bir bebek kayboldu kör kalabalıkta
sesi çıkmasın diye ağzını kapattılar
foseptik çukurlarda ürettiler soylarını
varlıkları ile köprü altlarını işgal ettiler
korkuttular cahil diye tanımladıkları
ruhları temiz kalabilmiş masumları

bir ağmanın arayışına kıs kıs güldüler
bir yoksulun sessizliğine tenekeler çaldılar
yordular renkli ışıklarla indirimli camekenlarla
sordular hesaplarını sıfırı bol faturalarla

birer tasma taktılar
RABB lerin den başka kimseye
itaat etmeyen ruhlara
boyunlarını büktüler
ellerini mıhlayıp çaktılar düzenin erozyonuna
çaresizce sürüklendiler mevsimler boyu
kara kışlarda titreyen eller
duran nefeslerle büyüttüler kulelerini

eskimiş hayatlarla isyan eden ruhlarla
bilelediler bıçaklarını
ruhlarımıza birer ısırık attı bu vahşi canavarlar
belki o kadar canavarlaşamadı kimimiz
ancak kirlendik birkez
hepimizde mührü var bu pisliklerin
elimizde kirleri ruhumuzda izleri var

çaresi olan her derdin devasını itina ile imha ettiler
küçük çocukların elinde oyuncak lakaplı ölümcül silahlar
ekranları kan vahşet ve gözyaşı ile boyadılar
öyle ki bu boya ile normal kılındı herşey
bir narkoz gibi sakinleştirdiler
durun dedirtecek isyanımızı

kabul dedik ne dedilerse
ne verdilerse imzaladık elimize
sebebini sormayı unutturdular bize
ruhumuz zihnimiz hayallerimiz ipotekli
beton yığınların arasına serpiştirilmiş ağaçlarda
rahat nefesler alacağımızı söyleyip kandırdılar bizi
doymadı soyu tükensin diye
dua etmeye mecalsiz kaldığımız canavarlar
bizi el birliği ile köleleştirdiler
sizce cumhuriyet bu işin neresinde

Melahat Kırtekin

biz



geç kalmış huzursuzlukların girdabına düşmüş ufak ağaç dalları.
ne kendimizi kurtarabildik ne de bize tutunanları
olamadık bir baltaya sap.
dibe vurduk ansız zamanlarda
bizden beklenmeyen aptallıkların kahramanlığına büründük deli cesaretiyle
sonsuz kabuslara özgürlük kılıcımızı savurduk biter ümidi ile

kara kaplı defterlerde üstü çizilenlerden olduk
daima tek bir kalemde.
silindik hatrımızdan silinmeyen dostların defterlerinde
güçsüzdüki,çaresizdik,cahildik,bilemedik,yenildik,
bize hangi zamanın kıtlığı vurdu dersiniz?
hangi yoksunluk bizi böyle kudurttu aç bırakılmış bir kurt misali
ne varsa paramparça
ne varsa gitmiş

DÖNMEMECESİNE...

Melahat Kırtekin

bir molalık şikayet



çıkılan her yolculuğun bir rotası olmalı derdi büyükler
peki neden karaya vuruyor çıktığım tüm seferler?
büyüyemiyor muyum çocuk muyum neyim ben:
neden kayboluyor hep cebimdeki bilyeler...?
var mıyım yok muyum tükendim mi kaldım mı?
neden notası eksik kaldı içimdeki besteler...
öyle ağırki canım
öyle huzursuzum ki
içimin sıkıntısı bir mola ile biter

hayat molaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa.....




Melahat Kırtekin

bir kayıp ilanı



kafiyesiz dağınık saçların
hayatımın şiirine serpildi
hiçbir tarak çözemedi
satırların ardındaki sığ düğümleri

çelimsiz bir ağaç dalı gibi
çıtkırıldım oldu sayende
tomurcuk açmamış sözcüklerim
hiçbir lisana çevrilemedi

anlaşılamadım
kestane rengi
ağaç gövdelerinin ağır kokusunda
humuslu topraklar aradı zaferlerim
gelişmek istedim boyuna boyuna

türkü tadında bir gül yaprağı
dudaklarımı dikeni ile şereflendirdi
hüznümün tüm birikimini yitirdim
oysa yitirdiklerim bildiklerimdi...
bilinmezliklerim ile kaldım ortada
bilmiyorum halim keyif mi,keder mi?

Melahat Kırtekin

bir gitmenin ardından



adı sonbahar oldu gidişinin
kapıyı çarpışınla ahenkli birkaç yaprak düştü
sonra;
hatrı kalmasın diye
gökyüzünden armağan bir şimşek düştü

camlar buğulandı yağmurun hüznünden
güneş küsüverdi ansızın
çiçekler uykuya daldı
adı harabe oldu gidişinin
depremler oldu ardı ardına
ne gönüller devrildi
ne ölüler,ne yaralılar...
ve her yer ölümün ağır kokusuna mahkum
gidene sallanan bir mendil de kalmadı
adı çığlık oldu tükenişinin
içim seni safran sarısı kustu günlerce
sonra;
bitişine teselli olan duygu takviyeleri
bir tüp olgunluk,bir tüp kabulleniş,
bir tüp inanç ve sevgi
benden aldıkların senden aldıklarım
adı minnet oldu gidişinin

Melahat Kırtekin

bir ağaç yeter



Durgun bir denizi hayal etmekteyim şimdi
üzerinde uzun bir gezintinin
tütsüsünü koklamaktayım
buram buram esen kır rüzgarları
sadece saçlarımı savurmalı
ayaklarım
ancak bileklerime kadar sura batmalı
çıkmaksızın
gözlerim sıkıntıdan değil,
rüzgardan sulanmalı
ve doğanın o muhteşem musikisi
bir ağaç görsem bile
beni bu hayale kaçırmalı

Melahat Kırtekin

bilinmeyen sevgili



seni tanımıyor yaşadığım şehir,yaşadığım ülke
seni içim tanıyor yalnız
dudaklarım telaffuz ediyor
gözlerim görüyor şeffaflığını
ancak gecenin ışğında aşinasın gözlere
uyku denen illetin en tatlı yerinde

seni yaşadığım şehir bilmez
ağaç kovukları bilir bir tek
ya da kaldırım araları
ya da denize nazır bir bank
simit atmaktan usandığım martılar bilir
ayağıma batan deniz kabukları bilir
bardak bardak akan kanım bilir
kanımı yudumlayan deniz bilir

seni yaşadığım ülke bilmez
esen rüzgar bilir
rüzgara değen dağ bilir
göl bilir dinginliğini
dere bilir asiliğini

yeşil bilir,mavi bilir,toprak bilir.
seni ben bilmem esasında
seni olsa olsa içim bilir

med cezir bilir
yakamoz bilir gözlerinin yakıcılığını
ve istanbul bilir beni fethedişini
sonra kız kulesi bilir hisarlar bilir set set
leyle ile mecnun aşkına şahit çilekler bilir.

ancak fuzulinin kaleminde can bulur sevdam
seni ancak geçmiş zamanların lisanları tarif eder
bizim lisanımıza sığmaz asaletin,şöhretin.
seni nebi anlatır belki de en güzel
seni hiç kimse ve hiçbir zaman değil
seni yanlız içim bilir....

seni yaşadığım şehrin sokak lambaları bilmez
kurumaya yüz tutmuş eylül ağaçları bilmez
göz yaşı taşıyan bulutlar bilmez
seni bilse bilse içim bilir
her aklıma geldiğinde içim erir.

Melahat Kırtekin

bırakma



sana karşılanmamış sabahlar yolluyorum
yıldızlı hallerini hüzün ile geceye teslim etmiş sabahlar...
onları günaydınsız bırakma...

sana karşılanmamış sabahlar yolluyorum
gideni geleni belirtilmemiş misafirliklerden
son cümlesi eksik bırakılmış bir yığın hikaye
onları eksik bırakma...

sana karşılanmamış sabahlar yolluyorum
işe giderken,kaçıncı rüyanı görürken
geceyi parçalayıp çıkan şafakları
onları seyircisiz bırakma...

sana seni yolluyorum
kendi bakış açımdaki seni...
nerdesin sen bul
ben seni nerelerde nasıl görüyor isem
sen de benim seni nerelerde gördüğümü gör!

sana çıkmaz sokaklar yolluyorum
sana yalnız sahil koyları yolluyorum
sana yedi tepeden yedi farklı görüş yolluyorum
hadi bak ve sen de göhadi bil bakalım,
ben seni hangisinde görüyorum? ? ?

Melahat Kırtekin

bırakın



onu bana bırakın
bana rüyalarımdan arta kalmış yaşamlar saklı
korkulu rüyalarımdan arta kalmış korkusuzluklar...

onu bana bırakın
bana planlanmamış yaşamlardan
ucu yırtılmış plan haritaları kaldı
planlanmamış plan haritaları...

onu bana bırakın
çocuklara dair uydurulmuş o masum yalanların birinde
sayfa arasına sıkışmış gerçeklerim vardı
masum yalanlara bulaşamamış çirkin gerçekler...

doğru,yanlış demeden
sorgu suale çekmeden
kendi plansızlıklarımda
ya da korkusuzca yüzleştiğim
o çirkin gerçeklerimle
hiç değilse bir kere
beni bana bırakın...

Melahat Kırtekin

BEN NİSA



ben nisa
bir omurgadan peyda
bir soluk avazda
bir damla kandan olma

ben nisa
saçları uzun
gelişi hüzün
karanlık devirlerde
taşlar ile vurulan

ben nisa
yetimler PEYGAMBER inin
şefkatiyle korunan
değeri babasının biçtiği parayla bulunan

ben nisa
her daim kırılgan her daim naif
analar evladı evlatlar anası
belimde namusumun ispatı
gelin kuşağı

ben nisa
çocukluğu pembe
gençliği gri
kadınlığı kara
analığı cefa

ben nisa
muradım eksik
şifası sevda
dileğim masum
bir tatlı huzur
bu düzen kısır
yetiş YA ŞAFİ
yarama yetiş
yolum hep yokuş

tükendi nefes
köreldi heves
yakardı feyat
düzenbaz hayat
bu bir sınav ey nisa
bitecek elbet
o gün o mahşer yerinde
önüne sunulacak hak ettiğin mükafat

Melahat Kırtekin

BAŞKALAŞMIŞSIN



şakaklarında hırçın rüzgarların zırhı duruyor hala kaskatı
önceleri böyle keskin bakmazdı bakışların
içim ısınırdı alevlenen buğulu bakışlarında
şimdi,yüzü peçeli cellatlar gibisin
bakışlarında teslim oluyor şah damarım kılıcına

ellerin böyle nasırlı değildi senin
saçlarımı okşayan ellerin bunlar değil
sigaradan çatallaşmış sesin
bana şiirler okuyan ses bu ses değil
ne kadar usanmış ne kadar yorulmuşsun hayattan
beni hayata bağlayan değilsin
uzak yollar ve yabancı insanlar gibisin
bu yüz,bu eller,bu bakışlar bize ait değil
başka yüreklere mi çözüldü dilin söyle
başka yaralar mı iyileştirdi merhemin
başka gülücüklere mi inandırdılar seni
başkasın başkalaşmışsın
karşıma geçmiş geldim diyorsun şimdi
niye geldin ki bu talan edilmiş halinle
başkasın başkalaşmışsın
şehir bıraktığın gibi değil
ben bıraktığın gibi değilim
o deli bozuk hallerim yok
zaman geçti ve ehlileşti
sevmek gafletine düşmeyecek kadar bilgilendim artık
karşıma geçmiş geldim diyorsun bana,
geldiğin yer neresi haberin var mı

hala aynı mı her şey bıraktığın gibi
küçük fidanların büyümesi
yeni şeylerin yapılıp bazılarının çökmesi gibi
değişti her şey,senin gibi benim gibi..
bir şey söylememi bekler gibisin niye
ne söylememi bekliyorsun ki
sen son sözünü giderken söyledin
bense seni uğurlarken karanlık bir boşluğa hapsettim
sana dair lisanımı

kör bir kuyunun dibindedir ya da
çıkamayacak kadar hırpalanmıştır
bekleme
sana söyleyecek sözüm yoktur benim
ne elim uzanır sana ne de konuşur dilim
öyle yabancısın ki bana
öyle yadırgıyor ki gözlerim
bir cellatsın sen
git sen o değilsin
git sana suçlular boyun eğsin
canını yakmışlardan hesap sor onlar ben değilim
ben suçlu değilim ki karşında eğilim
ya da sen affedilebilecek bir şey değilsin ki
seni affedeyim
hem ben affetmeye kabil değilim
git ne ben seninim ne de sen benim...

Melahat Kırtekin

BAŞARISIZLIKLAR SİLSİLESİ


Yine başaramadım
Bekledim ama nafile
Hangi yıldız kaymak için
Dileğimi bekler ki?

Yine başaramadım
Bir gönül kazanmayı
Elime yüzüme bulaştırdım
Onca yükteki yaşamı

Yine başaramadım
Elimin kanayacağını bile bile
Dikenli güllere el uzattım

Yine başaramadım
Gözleri ışıldayan yoldaşlar bulmayı
Ve durmadan düştüm
Beceremedim engellerde takla atmayı

Yine başaramadım
Ne sevdam sevda ne kinim kin
Ilerleyemedim aydınlık yollara
Tutan bir şey vardı göremedim

Bakmayın bahanadir bütün söylediklerim
Ben,ben olmayı beceremedim
Yaşamı yanlış keşvetmiş
Rotayı yanlış yöne çevirmişim

Melahat Kırtekin

AZ KAÇAMAKLAR



Bu koca bir yalan
Ben çocuk mocuk değilim.
Büyüyeli kaç zaman geçti
Sus içimde sakladığım yaramazım…

Hani nerde çocukluğumu ispat edecek belgelerin?
Kaç ağaçtan meyve aşırmışım?
Ya da kaç komşumun camına muzur bir darbe…
Bulamazsın çünkü yok!
Ne bakkal amcadan aşırdığım bir akide şekeri
Ne Leman teyzenin bahçesinden kopma bir çiçek
Ne manav Hüsnü’den boğazıma geçmiş bir haylazlık elması
Sana söylemiştim,

Benim çocukluğumu hatırlatan az kaçamaklarım vardı…
Bu koca bir yalan
Ben çocuk mocuk değilim
Keşke kaçamakları bol bir çocukluğum olsaydı
Çocukluğumun beş parmağımdan daha az kaçamakları vardı..

Melahat Kırtekin

18 Mart 2017 Cumartesi

fiyonk: ŞİMDİ OLMAZ

fiyonk: ŞİMDİ OLMAZ: ŞİMDİ OLMAZ.YETERİNCE GEÇ KALMADIM MI ZATEN.HAYATI FAZLASI İLE CİDDİYE ALDIĞIMI MİLYONLARIN ÖNÜNDE İLAN ETMİŞKEN,GERİ DÖNMEK OLMAZ.ŞİMDİ OL...